Son zamanlarda
birbirinden ilginç
haberler okuyorum
gazetelerde. Bugün
de bunlardan birisi
ilişti gözüme. Olay
Almanya'nın
Ingelstadt kentinde
gerçekleşiyor. Bir
alış veriş
merkezinde
görevliler, altı
yaşındaki çocuğun
oyuncak reyonunda
olduğunu görmeden
mağazayı kapatıp
giderler. Loretta
adlı afacan kız, hiç
panik yapmadan önce
bir dondurma yer,
ardından salamlı
ekmek atıştırır.
Kapıları açmayı
denese de başaramaz
ama, ışıkları açar.
Devriye gezen bir
polis ekibi bu
ışıkları görünce cam
kapıdan içeriyi
inceler. Çocuğun
içeride hapis
olduğunu görünce
mağaza yöneticisini
ararlar ve afacan
kızın bu ilginç
macerası sona erer.
Böylece altı
yaşındaki bu çocuk
gazetelere manşet
olur, tıpkı Ataol
Behramoğlu'nun Ağıt
şiirine konu olan
yaşıtı Ali gibi:
Simit satıcısı
altı yaşındaki Ali
Büyüyüp film
artisti olmayı
düşlerdi
Zabıtadan
kaçarken çiğnendi
Mersedese
Renkli
gazetelerde cesedi
sergilendi
Gazete okumayı
bitirdikten sonra
işe gitmek üzere
hızla hazırlandım.
Sokakta bir kamyon
dolusu eşya vardı,
demek birileri
yandaki evi
kiralamıştı. Kapının
önünde durup sokağa
göz atınca, sokağın
çocuklarını gördüm.
Sokağın okulda
olmayan tüm
çocukları
sokaktaydı. Gruptan
ayrı ve tanımadığım
bir çocuksa kenarda
oturmuş onları
seyrediyordu. Yeni
komşunun çocuğu
olmalıydı bu ama,
Oktay Rifat'ın Çocuk
şiirinden fırlamış
gibiydi:
Hamsi gibi kaldı
Çocukların
arasında
Küçük ve yabancı
Kara kara
düşünüyor
Fatih İstanbul'u
kaçta aldı?
Oturduğu yerden
hızla kalkan çocuk,
eşya taşıyan ve
babası olduğunu
tahmin ettiğim
adamın yanına
giderek bir şey
sordu. Belki de
Fatih'in İstanbul'u
kaçta aldığını.
Taşınmanın
yorgunluğundan olsa
gerek, babası onu
tersledi. Gidip
Halim Şefik'in Çocuk
adlı şiirini
okumalıydım babaya
ama, yeterince
oyalanmıştım ve
otobüs durağına
doğru yol almaya
başlarken, şiiri
kendi kendime
okudum:
Kalkınmada ilk
şart eğitim
Eğitim kitapla
olur
Çocuk hepimizin
akıllısı
Siz okursanız o
da okur.
Bu arada durağa
varmıştım. Geç
kaldığım için
Kadıköy otobüsünü
beklemeden,
aktarmayla gitmek
üzere herhangi bir
köprü otobüsüne
bindim. Köprü
çıkışındaki durakta
iner inmez,
arkalardaki ağlayan
bir çocuk gözüme
çalındı. Bu çocuk da
Can Yücel'in Şair
Be! dediği çocuk
olmalıydı:
Köprünün
Beylerbeyi
kavşağında,
Assubay
Durağı'nda indim
otobüsten
İlerde siyah
önlüklü bir çocuk
Yanaştım,
parmaklığa çökmüş
ağlıyor...
Yaraşır mı
ağlamak? dedim
Delikanlı adamsın
sen!..
Sen, dedi
gözlerini yumruğuyla
silip
Tükenmez kalamini
kaybetsen ağlamaz
mısın?
Can Yücel gibi
cesur olup soramadım
çocuğa derdini,
Kadıköy otobüsü de
gelmişti zaten,
hemen bindim. Otobüs
birkaç yüz metre ya
gitmiş ya gitmemişti
ki yolun kenarında
çiçek toplayan
çingeneleri ve koyun
otlatan küçük çobanı
gördüm. Aşağı yukarı
on üç yaşlarındaydı,
ismi de Ali
olmalıydı ama, bu
Ataol Behramoğlu'nun
Ali'si değil, Nazım
Hikmet'in Ali'siydi.
Ali selam eder
Ali on üç yaşında
dağbaşında davar
güder
sürü önde
Ali yalınayak
arkada gider
Ali'nin gözleri
karakehribar
On üç yaşındaki
çoban Ali'yi geride
bırakmama neden olan
otobüs beni bir
başka çocuğa taşıdı.
Kapıağzı Durağı'nda
inince hemen
karşıdaki
Karacaahmet
Mezarlığı'ndaki
küçük bir kız
çocuğuna... Bu da
olsa olsa Baki Süha
Ediboğlu'nun
Mezarlık şiirindeki
kızdı:
Dün akşam gün
batmadan
Yaşlı ölülerin
arasına
Bir misafir geldi
çocuk bahçesinde
kovası kalmış.
Kumların üstünde
küçük küreği.
Besbelli çok
yorgun, hemen uyudu.
Doğruldu yerinden
yaşlı bir ölü
Örtüsünü örttü:
Mademki burada
annesi yok,
bu küçük kız bize
emanet.
İleride yatan
başka bir ölü
Yavaşça seslendi:
Başındaki
kurdeleyi çözüp
katlayın
Ütüsü bozulmasın
Mezarlıktaki
çocuk, her çocuk
gibi, o kadar masum
görünüyordu ki ister
istemez ona Özdemir
Asaf'ın Çocuklara
şiirinin mısralarını
mırıldandım:
Yalan bile
söylerken
Prensibim
doğruluk
İsterim ki ben
Sen de öyle kal
çocuk
Geç kaldığımı
bilsem de okunan
öğlen ezanı benim
çok geç kaldığımı
vurguluyordu ama,
ezanda da bir
gariplik vardı.
Kafamı kaldırıp
Karacaahmet
Camisi'ne
baktığımda, Sunay
Akın'ın Minare
şiirinin de
yardımıyla bu
garipliğin nedenini
anladım:
Top oynayan
arkadaşlarını
minareden gördüğü
için acelecidir
ezan okuyan
çocuğun sesi
Minareyi de ezan
okuyan çocuğu da
geride bırakarak
sonunda işyerime
ulaştım. Fakat çok
geç kaldığım için
artık işsizdim. İşim
yoktu ama, bol bol
vaktim vardı ve
Kadıköy'e doğru
yürümeye başladım.
Bir ilkokulun
önünden geçerken
çocukların
çığlıklarını duydum.
Sınıfın
penceresinden
görebildiğim
kadarıyla olay tam
Jacques
Prevert'likti. Sanki
Prevert, Yumurcak
şiirini yazmadan
önce benim
gördüklerimi
görmüştü:
Kafasıyla evet
diyor
Yüreğiyle hayır.
Sevdiğine evet
diyor
Öğretmene hayır.
Sözlüye kalkmış
Soru üstüne soru
Şunu yaz bunu çiz
Derken bir
gülmedir alıyor
çocuğu
Delice bir gülme
Ve siliveriyor
her şeyi
Sayıları sözleri
Adları tarihleri
Tümceleri
tuzakları
Öğretmen tepine
dursun
Çığlıkları
ortasında mucize
çocukların
Renk renk bütün
tebeşirlerle
Belalı kara tahta
üstüne
Resmini çiziyor
mutluluğun.
Sözlüye kalkmış
çocuğun, mutluluğun
resmini çizmeye
başlamasından önce,
sınıfından kaçan
arkadaşı okulun
duvarından
atlıyordu. Halbuki
bilse şu an neler
kaçırıyordu! Bu
çocuk da Orhan
Veli'nin Fena
Çocuk'u idi:
Mektepten
kaçıyorsun,
Kuş tutuyorsun,
Fena çocuklarla
konuşuyorsun,
Duvarlara fena
resimler yapıyorsun;
Bir şey değil,
Beni de baştan
çıkaracaksın.
Sen ne fena
çocuksun!
Fena çocuk
önde,ben arkada
yürümeye başladık.
Kadıköy'e
yaklaştığımızda da
yollarımız ayrıldı.
Ben sahile doğru
yöneldim, karakola
yaklaşmıştım ki iki
polisin, iki koskoca
polisin bir çocuğu
sürüklediğini
gördüm. Aklıma
Kızılderili'lerde
Karael ya da
Karaayak isimlerinin
olmasına rağmen,
Karakol isminin
olmayışı takıldı.
Polisin bağırışı,
düşüncelerimi bile
kaçırdı benden:
"Utanmıyor musun bu
yaşta arabalardan
teyp çalmaya?" Teyp
çalmanın yaşı mı
olurmuş diye
düşüncelere dalmamı
da çocuk engelledi;
Akgün Akova'ya "Sansürttürme
Şair Abüüü" diye
seslenerek:
kimse gel otur
demedi bana
hep git, hep
defol
Hep öfff kim bu
serseri
hep çalış dediler
hiç iş
hep öğüt verdiler
hiç us
hep yıkan dediler
hiç su
bi' kar karambol
kış günü
iki tavuskuşunun
katline ferman yazıp
aç midemle
Gülhane Parkı'nda
pişirip yediğimden
fişlediler
karakol karakol
....
"bu gece bi'
Mercedes teybi nasip
eyle şair abüü
aynasızların
eline düşürme
karakolda öttürme
dişlerimi avcuma
döktürtme şair abüü
bu şiiri gözün
gibi koru
İzmarit parıltısı
kimselere
sansürttürme şair
abüü
Simit satıcısı
altı yaşındaki
Ali'yi çiğneyen
Mersedes'in teybini
nasip eylemek
istedim O'na. Tam o
anda omzuma bir el
dokundu. Geri
döndüm, eski bir
dostumdu. Artık
işsiz olduğumu
söyledim, meğer
O'nun da morali
bozukmuş. Bundan
sonra Sabahattin
Kudret Aksal'ın
Hikaye-i Sevda'da
anlattıklarını çoğul
olarak
gerçekleştirdik.
Doğru bir içkili
lokantaya girdim
Bir derken bir
ikinciyi çektim
İkinci derken
üçüncüyü
Üçüncüyü dördüncü
kovaladı
Birçok şeyleri
güzel gördüm
Olmayacak nice
işin
Olacağına inandım
Hiç yapmadığım
bir işi yaptım
Türkü mırıldandım
Sonunu
getiremedim ama
Sonunu
getiremediğimiz
türküler
mırıldanmaktansa
O'na bugün
gördüklerimi
anlattım. Meğer
benimle
karşılaşmadan önce,
üç sokak çocuğunun
kavgasına şahit
olmuş. Ama ne kavga!
Kavga etmiyor, sanki
oyun oynuyorlarmış.
Ben de Şeref
Özsoy'un Kavga
şiirini okudum:
Sokak çocuğu bile
olsalar
Kızdıklarında,
Kavga ederken
Birbirlerine
Çay tabağı
atarlar...
Önce güldü,
ardından yavaş yavaş
sarhoş olduğumu
iddia etti. Bunu
nereden çıkardığını
sorunca, garson
çocuğu göstererek;
"Bak, şu an yanı
başımızdaki çocuğu
görmüyorsun" dedi.
Gülme sırası
bendeydi. "Görmez
olur muyum hiç,
dedim. Görmez olur
muyum. O, Sait
Faik'in Pazar
Günleri gördüğü
çocuktur:
Pazar günleri,
bira içerim
Turb ve şamfıstık
ile
Küçük bir çocuk
Bana hizmet eder
On kuruş bahşiş
mukabilinde
Halbuki ben onun
Babası olmak
isterim"
Pes etmek zorunda
kaldı. Bir süre
sonra da evlerimize
gitmek üzere
ayrıldık. İçkiyi
biraz fazla
kaçırdığım için
yolda etrafımla
ilgilenemiyordum.
Zaten son otobüsü de
ucu ucuna
yakalamıştım. Eve
geldiğimde biraz da
olsa ayılmıştım ama,
yine de gaipten
sesler duyuyordum.
Biraz daha dikkatli
dinleyince, Orhon
Murat Arıburnu'nun
Çocuk adlı şiiriyle
bana seslendiğini
anladım:
Bir çocuk
ağlıyorsa
Asya'da
Afrika'da
Dünyada
O ÇOCUK BİZİMDİR
Ağlayan çocuk
gülüyorsa
Asya'da
Afrika'da
Dünyada
O ÇOCUK
HEPİMİZİNDİR.